28 Şubat Zulüm ve Hüzün Günleri-3: Z Kuşağı Projesinin Temellerinin Atıldığı Kuran Kurslarının Yasaklanması

Günümüzde bizim kuşak ebeveynlerinin en önemli sorunu kuşak çatışmasıdır sanıyorum. Aslında kuşak çatışmasından daha öte tarihsel bilinç ve milli değerlerden soyutlanmış yeni kuşaklar! Bu kuşağı ağırlıklı olarak Z Kuşağı oluşturmaktadır.

Bugünkü durumun geleceğini 28 Şubat ve sonrasında derinlemesine hissetmiş ve bunu da o günlerde zaman zaman çevremle paylaşmıştım.

Süreç hakkında bilgisi olmayanlar için not düşmek gerekirse kısaca 28 Şubat döneminde çıkarılan genelge ve uygulamalarla ortaokuldan önce çocukların Kuran kurslarına  gönderilmesi yasaklanmıştı. Bu kararı alan ve uygulayanların çok tutarlı ve geçerli bir sosyal mühendislik projesini uygulamaya koyduklarını görebiliyordum. Sosyla ilişkiler açısından bakıldığında Kuran kursu için çocukların küçük yaşta camiye gönderilmesi ve cami ortamındaki sosyal havayı teneffüs etmesi kadar kişinin uzun vadede zihinsel gelişimine tesir eden ve hafızasında ve kişiliğinde derin izler bırakan başka çok az sürecin olduğunu düşünüyorum. Yeni kuşakların ve özellikle 28 Şubat Kuşağının (Z KUşağı) manevi ve milli değerlerle bağlarının zayıflaması (Z Kuşağı ve bu kuşağın anne babaları beni bağışlasın lütfen ama bunu belirtmek zorundayım ki zaten her birimiz çocuklarımızdan ve çevremizden bu durumu çok açık bir şekilde gözlemlemekte ve şahit olmaktayız), vatan, millet ve bayrak gibi kişinin milli ve manevi değerler ile yaşadığı topraklara aidiyet duygusunun oluşmamasının temelinde 28 Şubat sürecinin bilinçli uygulamaları ve özellikle yeni kuşakların cami ile temasının kesilmesi yatmaktadır. Gözlemlerimden ve şahitliklerimden hareketle en azından bendeniz böyle düşünüyorum.

Sürecin neden bu şekilde işletildiğiyle ilgili görüşümü de burada not etmek isterim konunun açıklanması bakımından. Bu ülkede yaşayan ve az çok dünyayı okuyan ve gözlemleyebilen herkesin yüzyıllardır bu ülke insanının üzerinde çeşitli proje ve operasyonların uygulandığını görebildğini değerlendiriyorum. Ancak bu operasyonları yapanlar, ne yaparlarsa yapsınlar her nedense misyonerlik faaliyetlerinin bir türlü istedikleri gibi gitmediğini ve bekledikleri başarıyı yakalayamadıklarını görerek yöntem değişikliğine gitmişlerdir. Baştaki projeleri misyonerleri eliyle gençlerin mevcut dini değerlerinin yerine doğrudan Hristiyan inancını koymaktı. Ancak, bu şekilde başarılı olamayacaklarını anladıklarında yöntem değişikliğine gitmişler ve yeni yöntemde gençleri hristiyanlaştırmaktan ziyade öncelikle mevcut manevi, milli, kültürel ve dini değerlerinin aşındırılması ve zayıflatılmasını ana politika olarak belirlemişlerdir. Bu toplumu Hristiyanlaştıramayacakalarını gösteren en açık örneklerden bazılarına 1870’lerde misyonerlik faaliyetleri için Amerikadan kalkıp uzun bir yolculuktan sonra Sivas’a yerleşen ve 1899’da öldüğünde Sivas’ta defnedilen Albert Hubbard’ın tecrübelerinden anlıyoruz.

Eser, her ne kadar ağırlıklı olarak Ermeni mağduriyeti üzerine inşaa edilmiş olsa da Müslüman Türk insanının kolay kolay Hristiyanlaştırılmayacağını gösteren traji-komik örnekleri içermektedir.

Bu vesileyle kısaca bilgi vermek isterim kitabın hikayesiyle ilgili. The Hubbards of Sivas (Sivas’ın Hubbardları) adlı eser, hikayenin ana kahramanı olan Misyoner Albert Hubbard’ın torunun eşi olan ve 1960’larda ABD’nin Ankara Büyükelçiliğinde görevlendirilen ve bu vesileyle karısının anlattığı Sivas hikayelerinden hareletle Sivas’I ziyaret eden Edwin W. Martin tarafından kaleme alınmıştır. Edwin, eşinden sıkça dedesinin Sivas anılarını dinler. Bir taraftanda kendisini Sivas’a görevlendiren Amerikan Presbeterien Kilisesi tarafından Albert’a gönderilmiş mektuplar Edwin’in eşinde bulunmaktadır. Edwin ABD’nin Ankara Büyükelçilğinde görevlendirildikten sonra ABD’ye dönüşünde  Presbeterien Kilisesi’ne gider ve eşinin dedesi tarafından Kiliseye gönderilen mektupların birer kopyasını da alır ve tüm eseri bu mektuplaşmalar üzerine kurgular.

Bu parantezden sonra tekrar konuya dönecek olursam, söz konusu kitapta da misyonerlik faaliyetleri neticesinde zaman zaman bazı kişilerin Hristiyan olduğunu ve nedeni anlaşılmayan bir şekilde kısa bir süre sonra o kişilerin tekrar İslam’a döndüklerini yazar. Demek istediğim bu toplumun doğrudan Hristiyanlaştırılmasının zor olduğu anlaşılınca 20. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren strateji değişikliğine gitti üst akıl ve önce yeni kuşakların inanç ve kültürel değer kognisyonlarında deformasyon yaparak içini boşaltmak ve ardından da ikinci aşama olarak ikamesi için de Hristiyanlığı yeni kuşakların bilinçaltlarına işlemek yolunu seçmişlerdir. Ama bunu yaparken adaleti hak, hukuk, özgürlük, bireycilik, hümanizm vs gibi kavramları da derinlemesine kullanmışlardır ve hala da çok etkili bir şekilde kullanmaktadırlar. Günümüzde yeni kuşakların anne-babasının karşısına “ama ben de bir bireyim..” söylemiyle çıkıyor olmaları da boşuna değildir. Öyle ki o müslüman anne babanın çocukları birer adalet ve hümanizma abidesi kesildiler (!) ve sanki adalet İslam’ın üzerine inşaa edildiği temel düstur değilmiş gibi bir algıyı gençlerin zihinlerine kazıdılar subliminal mesajlarla.

Sonra bugün yaşamakta olduğumuz son aşama başladı. Artık çocuklara Hristiyanlık propogandası yapılabilir ve kolayca Hristiyanlaştırılabilirdi. Ve gençler bütün bunları kendi tercihleriymiş gibi hissederek ve inanarak yapmaktalar. Yani içselleştirmekteler bir süre sonra. Strateji muhteşem. Tabi ki her yolla artık mesajlarını İslam’ın kötü, kaba, vahşi, insan hak ve hukukundan yoksun olduğuna inanmaya ve bunu da İnanç haline getirmeye başlayan gençlere sosyal medya, tv, radio, gazete, dergi, web sayfaları vs yoluyla Hristiyanlık propagandası yapmaya başladılar ve başarılı da oldular maalesef. Z Kuşağı başta olmak üzere gençlik büyük oranda kuşatma altındadır günümüzde. Kendine, değerlerine, kendi İnanç iklimine ve pratiklerine uzak; içinden çıktığı bu toplumun Irfan iklimine yabancı; kendi değerlerini öğrenmeden ve onları içselleştirmeden doğrudan yabancı İnanç ve değerlere gittikçe daha da sarılan kuşaklarla karşı karşıyayız maalesef. Ben bunları ifade ederken birileri içinden durumu çok abarttığımı söyleyebilir ama ilerleyen zamanlarda yanılmış olmaktan dolayı benden daha çok mutlu olan kimsenin olacağını düşünmüyorum. Proje büyük ve küresel maalesef.

Üniversite gençliğimizi sistematik bir şekilde ve oldukça profosyonel eller tarafından nasıl zehirlendiğini (birilerine göre çok insani mesajları barındırdığı da iddia edilecektir belki) https://www.kampusweb.com/  sayfayasından izleyebilir merak edenler. Gençliği fena kuşattılar ve şimdi artık kılcal damalarına inmeye ve ruhlarını teslim almaya çalışıyorlar.

Bu yazıyı neden mi kaleme aldım? Öncelikle bir tane dahi olsa bir gencimiz okur ve kendi üzerinde oynanmakta olan küresel oyunu fark eder ve belki bir farkındalık oluşturur diye yazdım. En önemli derdim bu.

İkinci olarak belki bizim ilahiyat camiası bunu fark eder (ifadenin dikkat çekmek amacıyla abartılmış olmasını kasten tercih ettim) ve yeni kuşaklara nasıl ulaşırız ve İslamı onlara daha doğru nasıl anlatırız çabalarına girer. Belki böylece artık temcit pilavı gibi ezberlenmiş ve gençlerin zihin ve bilgi dünyasında hiçbir karşılığı olmayan dini söylemlerle gençlere dini (güya) anlatmaya çalışan miadı fazlasıyla geçmiş kişi ve pratiklerden ziyade yeni fikir ve vizyonlarla gençlerin dünyasını yakalayabilecek ilim insanlarımızın yetişmesini tetikleyecek bir kıvılcıma vesile oluruz diye kaleme aldım.

Son olarak her türlü yönetim kademesinin gayri safi milli hasılayı büyültme çabalarından daha çok gençlerimizin dünyasını anlama ve duygularını yakalamaya dönük çalışmalar yapması gerektiğini düşünüyorum. Eşyanın hakikatını arama anlayışı ve arayışı içinde olacak kuşaklara ihtiyacımız var bizim. Akıllı cihazlar yapma becerisinin yanısıra gönlü bu toprakların değerlerine sıkı sıkıya bağlı ama vizyoner kuşaklara ihtiyacımız var bizim.

Allah’ın eşrefi mahlukat (yaratılmışların en şereflisi) olarak yarattığı insanoğlunun ve özellikle yeni kuşakların tekrar fabrika ayarlarına döndürülerek dünyanın ve insanlığın kurtuluşuna rehberlik edecek erdem ve irfanla donanmasına ihtiyacımız var bizim.

İnsanı Allah’tan uzaklaştıran her adım onu şeytana yaklaştırır. Allah’ın rızasını gözetmeyen her girişim dünyayı kötülüğe doğru sürüklemeye mahkumdur. Yaratılanı Yaratanın hatırından uzaklaştıran her eylem devasa bir hiçtir ve insanın gönlünde kara delikler açmaktan ve insanı Rabbine ve kendine karşı yabancılaştırmak ve yalnızlaştırmaktan başka hiç bir işe yaramayacaktır.

Dua ile.

0
Shares